Sürekli ciddi konuları yazıp siz UTED okuyucularımı sıkmak istemiyorum. Çalışırken yaşadığım bazen komik, bazen trajikomik anılarımı da yazıya dökerek tebessüm etmenizi sağlayacak, yıllar önce uçak teknisyenleri arasında neler yaşandığına dair, örnekler vermek istiyorum. İşte bugün buna örnek bir yazı okuyacaksınız. Keyfini çıkarmanızı dilerim…

 

Benim aktif olarak çalıştığım dönemlerde meslektaşlarımızla işyerinde geçirdiğimiz güzel günleri bugün genç arkadaşlarımızın yaşaması mümkün değil. Özellikle bilgisayar ve akıllı telefonların hayatımıza girmesinden sonra, insanlar dostlukları terk edip, bireysel sosyalleşmeye adapte oldular. Bazen birkaç arkadaşı bir arada görüyorum. Karşılıklı güzel sohbetler yapacaklarına hepsinin başı öne eğilmiş, işaret parmaklarıyla ellerindeki telefonların ekranlarını dürtüp duruyorlar. Eee, siz neden bir araya geldiniz ki?

 

 

Biz her yaz, posta olarak çalışmadığımız bir gün, Çatalca yolu üzerinde, Haramidere’de veya Firuzköy’ün Küçükçekmece gölü kıyısında, piknik yapar, kuzu çevirir, eğlenir, arkadaşlık/dostluk bağlarımızı güçlendirirdik. Derneğimiz UTED, yılda bir defa, kuruluş tarihinde bir gazino veya müzikholde gece tertipler, en popüler sanatçıları dinler, dans eder, güler eğlenirdik. UTED başkanlığımda ilk gecemizi kuruluş günümüz olan 5 Aralık akşamı Ataköy’deki Anceleno Gazinosunda yapmıştık. O gecenin assolisti rahmetli Bülent Oral idi. Kuruluş gecelerimiz geleneksel hale gelip yıllarca devam etti ve bitti ne yazık. Biz yakın arkadaşlarımızla ailece görüşür, birbirimizin çocuklarının isimlerini dahi bilirdik. Birbirimizin derdine ve sevinçlerine ortak olurduk. Böylece meslektaşlığımızı dostluğa, arkadaşlığa çevirirdik. “Nerdeeee o eski günler” desem haklı değil miyim? Bizim nesil hâlâ, yazlık ayları hariç, emekli meslektaşlarımızla/arkadaşlarımızla her ayın ikinci Cumartesi günleri Dragos İBB Sosyal tesislerinde buluşup yemek yiyip, çay içip sohbetler ediyoruz. Malûm; mutluluk; kimseye gökten zembille inmiyor, çalışıp üretmek gerekiyor. Aşağıda okuyacağınız şakalar da buna bir örnektir.

 

Şaka için, yapabilecek yetenek ve onu kaldırabilecek olgunluk gerektirir. Herkes şaka yapamaz, her şaka herkese yapılmaz, şakayı yapacak kişide yetenek ve kıvrak zekâ, şaka yapılacak kişinin şakayı kaldırma gücünün iyi analiz edilmesi, kişiye uygun şaka yapılması şarttır. Aksi halde şaka, kakaya dönüşebilir.

İstanbul Yeşilköy Havalimanında, sonradan yıkılıp yerine dış hatlar terminali yapılan, THY’nın ilk bakım hangarı (çelik hangar) sayısız arkadaş şakasına şahitlik etmiştir. Yapılan şakaların masumane olmasına karşın, bazıları da “eşek şakası” diye nitelenebilecek seviyede olabiliyordu.

 

Şakayı yapanlar genelde aynı kişiler olurdu; Ahmet Meşeli ve Celil Süslü ile onun başyardımcısı Engin Alp. Celil Süslü ve Engin Alp rahmetli oldular, Ahmet Meşeli Edirne Enez’de kendine ait bir bahçede yaşıyor, her sene kendisini ziyaret ediyorum.

Celil Süslü, şaka kaldırabilecek kişileri tespit eder, önce küçük şakalarla alıştırır, sonra ağır şakalar yapmaya başlardı. Evet, Celil abi bir şaka üretim gurusuydu. En çok şakaya maruz kalan da takımhane sorumlumuz Cevat Dudaksız abimizdi.

 

Örneğin Celil Süslü, düşüp ölme tehlikesini göze alarak üşenmeden, hangar kapılarının üst raylarının bulunduğu dar koridora elinde dolu su kovası ile çıkar, yardakçısı Engin Alp takımhane sorumlusu Cevat abiyi “Cevat bi gel, sana önemli bi şey söyleyeceğim” diyerek konuşa-konuşa Celil Süslü’nün tam altına götürür, sonra aniden yanından kaçar, bu sırada Celil abi, elindeki bir kova suyu metrelerce yukarıdan Cevat abinin üstüne boca ederdi. Cevat abi hiç yukarıya bakmadan, şakanın Celil abiden geldiğinden emin, sakin bir şekilde “ulan Celil, senin alacağın olsun” der ve üstünü değiştirmeye giderdi. Cevat abimiz sakin, çelebi kişiliği nedeniyle en fazla ağır şakaya maruz kalan kişiydi. Cevat abinin, “senin alacağın olsun” demesine karşılık, hiç bir şakaya şakayla karşılık verdiği duyulmamıştır. Cevat abi hiç kimseden çekmemiştir, Celil abiden çektiği kadar. Yıllar sonra, Celil abinin kızı Sevil uçak mühendisi olarak THY’na girip takımhanede Cevat abiyle tanıştıklarında Cevat abi “Aaa, sen Celil’in kızı mısın, aramıza hoş geldin, ah o senin baban Celil yok mu, neler çektim onun elinden bir bilsen” diye sitem ettiğini biliriz.

 

Celil Süslü’nün bir Ford Taunus steyşın arabası vardı. O zamanlar teknisyenlerin arasında arabası olan birkaç kişiden birisiydi. Celil abi, Fatih’te oturur ve işe arabasıyla gidip gelirdi. Şakalarından bıkanlar ona sürpriz şaka yapmaya niyetlenirler ama yeteneksiz olduklarından beceremezlerdi. Celil Süslü DC-10’lar filoya girdikten sonra sıklıkla bu uçaklarla yurt dışı uçuşlarına katılıyordu. Zamanının en modern, geniş gövdeli uçağı olan DC-10’ları Avrupa’da ilk uçuran THY olmuş, iç, özellikle de dış basında oldukça hava atılmıştı.

 

Bir akşamüzeri Celil abi DC-10 ile uçuşa gidince, gece yarısı geriye döneceği için, 23-07 postasında çalışanlar ona organize bir şaka yapmaya karar verdiler.

 

Hangarın güney doğusundaki, önceleri Hava-İş Tüketim Kooperatifi, sonra Aletler Atölyesi olarak kullanılan küçük binanın karşısında, tel örgü dibine park etmiş arabasının yanına oto atölyesinden aldıkları tekerlekli krikoyu getirdiler. El fenerlerinin ışığında arabayı kaldırdılar, 4 tekerleğin aksları altına tahta takozlar koyarak arabayı bunların üzerine indirdiler. Takozların boyunu öyle ayarlamışlardı ki, arabanın tekerlekleri yerden 1 santim kadar havada kalmıştı.

Celil Süslü sabaha karşı uçuş görevinden döndü, 23-07 çalışan arkadaşlara selam verip takım çantasını bıraktı, omuzuna astığı şahsi çantasıyla hangardan çıkıp arabasına gitti. Arabayı park ettiği yer tek sokak lambasıyla aydınlatılmış, loş ışıklı idi. Şakayı hazırlayanlar Celil Süslü’yü uzaktan takip edip yakınlarda bir yere sindiler, sessizce ve görünmeden ne olacağını seyrediyorlardı. Celil Süslü önce arabanın bagajını açtı, çantasını koyup bagaj kapağını kapattı, şoför kapısını açtı, koltuğa oturdu, kapısını kapattı ve marşa basıp motoru çalıştırdı. Geri vitese takıp park yerinden çıkmak için gaza bastı ama araba yerinden kımıldamıyordu. Sonradan kendi anlattığına göre, geri vitese 2-3 kere takıp denemesine rağmen araba yerinden kımıldamayınca 1. vitese takıp tel örgülere toslamadan biraz ileri gitmeyi denemiş ama nafile, motor gaz yiyor ama araba ne ileri, ne geri yerinden kımıldamıyor. İkinci vites, sonra gene geri vites, tüm denemelere rağmen araba yürümediği için debriyajın sıyırdığına inanmaya başlıyor. Arabanın dışına çıkıp bir anormallik var mı diye bakmasına rağmen loş ışıkta bir anormallik tespit edemiyor. Hangara gidip, kimseye bir şey söylemeden takım çantasından el fenerini alıp tekrar arabasının başına gidiyor, her tarafını kontrol edip anormallik bulamayınca altına bakıp tekerlek akslarının altındaki takozları görünce bir şaka kurbanı olduğunu anlıyor, söylenerek oto atölyesine gidip krikoyu getiriyor ve bir saat kadar uğraşıp arabayı takozlardan indirip evine gidebiliyor.

 

Ertesi gün işe geldiğinde arkadaşlarına “ulan kim yaptıysa aferin, valla şok oldum, iyi iş yapmışınız, 8-9 saatlik uçuş görevinden sonra ağzıma s…..” dışında bir şey söylemiyor. Daha sonra şüphelendiği arkadaşlarına eşek şakalarından yaparak intikamını almıştı.

 

Celil Süslü, sabah işe gelince soyunma odasına girer girmez yüksek sesle “günaydın, hepinizin …” diye selam verirdi. İlginç bir şekilde onu iyi arkadaşları bu küfürlü selama hiç kızmazlardı. O gün, yeni işbaşı yaptığı için Celil Süslü’yü tanımayan bir arkadaş, doğal olarak, bu selamdan alındı ve yüksek sesle “hooop, aile var” diye itiraz etti. Celil abi “tamam arkadaşım pardon, sen hariç” dedi ve olay olmadan mesele kapandı. Celil abi diğer teknisyenler gibi tulum değil başteknisyen pardösüsü giyerdi. Pardösü sırtında soyunma odasından tam çıkarken, o alıngan yeni arkadaşa hitaben “senin de … ” dedi ve dışarıya fırladı gitti. Celil abi bu defa baltayı taşa vurmuştu. Yeni arkadaş bu lâfı kaldıramamış, elinde geçirdiği yarım metrelik bir demir parçası ile 3 dakika kadar hangar içinde ve etrafında Celil Süslü’yü kovalarken 2 kez demiri arkasından fırlattı, Allahtan isabet ettiremedi. Arkadaşların araya girmesi ile şakanın kakaya dönüşmesi önlenmiş oldu. Celil abi bundan sonra işe geldiği günler aynı şekilde selam vermeye devam etti ama bir farkla : “günaydın arkadaşlar, bu genç arkadaş hariç, hepinizin …”

Celil Süslü’nün yaptığı şakalar anlatmakla bitmez. Kendisini, Engin Alp’ı rahmetle anıyorum.

Ahmet Meşeli, çok çalışkan, el becerisi olan iyi bir abimizdi. Hiç bir şeyi dert etmeyen, her zaman neşeli olduğu için bazıları ona Ahmet Neşeli derdi. Bir diğer lâkabı da “Kurt Ahmet” idi. Boş zamanlarında karada ve denizde avcılık yapardı. Hangarın tavandaki çelik profillere tüneyip bakımdaki uçakların gövde ve kanatlarını kuş pisliği ile kirleten ve denenen değişik metotlara rağmen bir türlü kaçırılamayan kargalara, yöneticilerin talimatı üzerine şirketin av tüfeği ile ateş ederek itlaf görevi yapardı. Saçmaların deldiği tavan sacından yağmur hangarın içine akardı. Hemen herkese takılır, Celil abinin aksine, genelde hafif, kabul edilebilir şakalar yapardı. Birisine şaka yapacaksa spontane değil, önceden tasarlar, hazırlık yapar, kurbanı hariç çevresine, kime ne şaka yapacağını söyler, sır tutmalarını isterdi. Gene teknisyen abilerimizden Saim Kuyumcu (rahmetli, Sarı Saim) hasta Fenerbahçeli idi. O zamanlar lig maçları Cumartesi, Pazar günleri yapılırdı. Hafta sonu Fenerbahçe kazanırsa, Pazartesi günü yenilen takımın taraftarları Saim abinin çenesinden kurtulmak için tırım-tırım kaçarlardı.

 

Hangarımızın büyük kapıları yaz kış açık kaldığı, kapatılamadığı için (taban raylarının çökmesi nedeniyle kapıların tavan raylarından kurtulup devrilme tehlikesi vardı) soğuk havalarda hangar içinde bakım yaparken Saim abi, yöneticiler duysun diye yüksek sesle “Offf, ne sıcak be, yandık Allah’ım, yandık” diye, bağırırdı.

F-27 uçaklarının fren, anti-skid, iniş takımları al-ver sistemleri hidrolik değil, basınçlı hava ile (pneumatic) çalışırdı. Akşam seferden dönüp yatıya kalan uçakların emergency hava tüpünün 3000 PSI’lık basıncı, izolasyon valfi manuel olarak kapatılmasına rağmen, sabaha kadar önlenemeyen ufak kaçaklar nedeniyle, limit altına düşebilirdi. İşte bu nedenle her gün, sabahçı (07-15) postanın içinden 3 kişilik bir ekip o gün saat 05:30’da işe gelir, erken sefere gidecek tüm F-27’lerin uçuş öncesi bakımlarını yaparlar ve hava tüplerini 3000 PSI’ya ikmal ederlerdi.

Ahmet abi, Küçükçekmece’de oturur ve her sabahçılıkta gönüllü olarak saat 05:30’da işe gelirdi. O hafta sonu maçında Fenerbahçe yenilmişti. Pazartesi sabahı kızdırılma sırası fanatik Fenerbahçeli Saim abideydi. Fenerbahçe’nin yenildiğini öğrenen Ahmet abi, o sabah bir kovanın etrafını işe gelirken yanında getirdiği, sarı-lacivert grapon kağıtlarıyla sarmış, ince bir ip ile sapından teknisyen dinlenme odasının tavanına asmış. Teknisyen dinlenme odası (sigara içilmesine izin verilen tek mekân) hangarın hemen ağzında, üç duvarının alt yarısı kontrplak, üstü camdı. Hangar içinde olduğu ve odanın tavanı da kontrplaktan, sigara dumanının çıkması için papatya çiçeği şeklinde süslü delikleri vardı.

 

Ahmet abi, sarı-lacivert renkli kovanın sapına bağladığı ince ipin diğer ucunu tavandaki bu hava deliğinden geçirip dinlenme odasının yan taraftaki banyo kapısının arkasına bağlamış. Biz sabah 07’de işe gelince hazırladığı şakayı anlattı ve “Saim gelmeden kesinlikle çay odasına girmeyeceksiniz, Saim gelince herkes işiyle ilgilensin, odaya bakmayın ki, şüphelenmesin” dedi. Sarı-lacivert kova, odanın ortasında baş hizasında boşlukta sallanıyordu. Biz kovaya bağlı ipin ucunun yıkanma odasına gittiğini henüz bilmiyoruz. Sonunda Saim abi geldi, Fenerbahçe yenildiği için kim kızdıracak diye tedirgin bir durumda etrafa bakınırken, çay odasında asılı duran sarı-lacivert Fenerbahçe kovasını gördü. Hızlı adımlarla boş odaya daldı, tam iki eliyle kovayı tutup çekip indirmek isterken, kova aniden yükselerek tavana kadar çıktı. Zıplayarak kovayı tutup indirmek istedi ama erişemiyordu. Saim abi için, bu FB kovası, kimse görmeden yok edilmeliydi ama nasıl? Saim abi şaşkın şaşkın bi kovaya bi de dışarıya baktı, biz hepimiz olayın farkında değil havasındayız. Saim abi tekrar kovaya dönüp bakınca ne görsün, kova gene eski baş hizasına inmiş. Gene iki eliyle kovaya hamle etmesiyle kova gene tavana fırladı. Artık ne olduğunu anlamıştı ama zokayı yutmuştu bir kere. Hemen dışarıya çıkıp tavandan çıkan ine ipin gittiği yeri takip etti, banyo kapısının arkasında bulup gevşetti ve kovayı yere kadar indirdi. Bu sırada Ahmet abi hangar önünden odaya girmiş, yerdeki sarı lacivert renkli kovayı, Saim abi daha odaya gelmeden kapıp hangar içine fırlamıştı bile. Ahmet abi elinde sarı lacivertli kova önde, Saim abi arkasında hangar içinde koşarlarken, bir taraftan “kova fener yuuuh, kova fener yuuh” diye bağıran Ahmet Meşeli abiyi kovalayarak hangar içinde 2 tur attırmışlardı. Saim, Ahmet abiyi yakalayınca kovanın renkli kağıtlarını yırttılar ve sarılıp öpüştüler.

 

Saim Kuyumcu abi, yıllar sonra hat bakım baş teknisyen olarak tayin olduğu İzmir’de genç yaşında vefat etti, Allah’tan rahmet diliyorum.

Ahmet Meşeli abi (1933 doğumludur), yıllardır yazları Keşan-Enez’de adını “MEŞELİ ÇİFTLİĞİ” koyduğu büyük bahçesinde sebze, meyve üreterek yaşamını devam ettirmekte. İleri yaşına rağmen, seyrek de olsa, halen hem denizde ve hem de karada avcılık yapmaya devam ediyor. Ahmet abi, yılların avcısı olarak, iyi de atıcıdır :)

 

Şimdiki THY hangarlarında var mı böyle arkadaşlıklar, şakalar?

1968 © Uçak Teknisyenleri Derneği